Batı felsefesinin temelinde yatan akıl merkezli dünya, medeniyetin değişim ve gelişim seyrini incelerken, insanın kendisi ve çevresindekilerle kurduğu iletişim boyutunu derinlemesine analiz etmeye çalışmıştır. Hayvanları evcilleştirmek, insanın ilkel dönemden çıkışının en önemli göstergelerinden bir tanesidir.
İnsanoğlunun ilkel dönemlerdeki gelişim seyrinde evcilleşen hayvanların (özellikle de köpeğin) rolü daima vurgulanmıştır.
Köpeğin, medeniyetin inşasında insanın yanındaki en önemli yardımcı olarak gösterilmesi, önemli bir söylem olarak karşımızda yer almaktadır. Köpekten hareketle; hırs, mücadele, gayret, azim gibi özelliklerin insanlığın gelişim seyri içerisinde ne denli etkili olduğu da bir anlamda ifade edilmektedir.
Genellikle köpeğin evcilleşmesi ile insanın ilkel dönemden çıkışı, aynı zamanlara tarihlenir. Diğer bütün yaban hayvanlar insanın ihtiyacına göre evcilleştirilirken, o büyük olasılıkla kendisi gelmiş ve dostça davranarak topluluğun üyesi olmuştur. Kendisi için doğru ve yararlı olanın insanla işbirliği yapmak olduğunu sezebilmiş, akrabası kurtlar, çakallar, tilkiler yabanlıktan ötesini akıl edemezken onlar yamacımıza gelmiş, kalmışlardır. Avda, evde, şehirde, köyde, tarlada, bahçede sadık dostumuz, yardımcımız, yoldaşımız…
Ne var ki, içinde “it” ya da köpek geçen bütün atasözleri, onu aşağılamaya yöneliktir. Kendi beğenmediğimiz bütün özelliklerimizi ona yüklemiş, onun üzerinden kötülemişizdir. Köpeğe yakıştırdığımız her özellik, aslında bize aittir. Cami duvarına işeyen, öteki ‘iti’ ısırmayan, kağnı gölgesinde gezip kendi gölgesi sanan, yediği çanağa pislemeyen (kapıkulluğu yapan) hep insandır aslında. Demek ki, köpek insanın aynasıdır.
Bütün köpekler, iyi ile kötü arasındaki farkı kendi deneyimleriyle çabucak öğrenirler. Her köpek, kendisini tekmeleyenle kafasını kaşıyan arasındaki farkın, bir iyilik-kötülük farkı olduğundan emindir. Her köpek, kendisiyle tatlı bir dille konuşanla, bağırıp çağıran arasındaki farkı da aynı etik ölçülerle tartar. Seçer, karar verir ve unutmaz.
Türkiye’nin “modernleşme” çırpınışı sürecinde, pek çok ilişki, nesne ya da gelenek, görenek gibi, köpekler de devletle sert biçimde tanışmışlardır.
İttihat ve Terakki Fırkası iktidara geldiğinde, Şehremaneti marifetiyle İstanbul’un yakalanabilen bütün köpeklerini Hayırsız Ada’ya sürdü. Sokaklar “temizlendi”, binlerce köpek adada, açlıktan birbirlerini yiyerek feci şekilde tükendiler. Neymiş, Avrupa’da sokak köpeğine rastlanmazmış, demek ki medeni olmak demek sokak köpeklerinden kurtulmak demekmiş!
Uzun yıllar, belediyelere bağlı “köpek itlaf ekipleri” sokaklarda, omuzlarında kırma tüfekle dolaştılar. Sonra itlaf ekipleri arasında tüfekleri birbirlerine doğrultanlar, kazayla yoldan gelip geçenleri telef edenler çoğaldıkça, ahaliden itiraz avazları yükselince ve biraz da ‘hayvan sevgisi’ belediyelerin karşısına dikilmeye başlayınca, bu işten vazgeçildi. Köpek itlaf ekipleri, bu defa, “belediye köftesi” denilen ve içinde striknin bulunan etleri kasları parçalanıncaya, gerilip ölünceye kadar köpeklere yedirmeye başladılar.
Velhasıl bugünlere gelene kadar ders çıkarmaya yetecek kadar çok acı tecrübe yaşandı. Artık hepimiz biliyoruz ki sokaktaki köpeklerimizin yaşam koşulları, bizim medeniyet seviyemiz kadardır.
Biz sevsek de sevmesek de onlar; sokaklarımızı, mahallelerimizi, binlerce yıldır paylaştığımız en eski dostlarımız.
En azından modern insanın, dostluk kavramını en derinden tecrübe etmesine olanak sağlayan; depremden yangına, engelli insanlarımıza yardımdan çocuk bakımına, çobanlıktan kolluk kuvvetlerimize yardıma kadar daha birçok alanda hayatımızı kolaylaştıran bu eski dostumuza hak ettiği değeri vermesi üstüne vazife olmuştur.
Onların sağlığı için çalışan veteriner hekimler olarak bizler, her daim en uygun çözümleri üretmek için var olmaktan gurur duyuyoruz…